to top

MURİS MUVAZAASINDA İSPAT

MURİS MUVAZAASINDA İSPAT

19 Ağustos 2022

MURİS MUVAZAASINDA İSPAT

GİRİŞ

İspat, yargılama sürecinde tarafların öne sürdüğü veya hâkim tarafından resen göz önünde bulundurulacak olan talebin konusu ile ilgili olarak uygulanacak hukuk kuralının koşul vakıalarını (öğe olaylarını, unsur vakıalarını) karşılamaya elverişli olan somut vakıaların iddia edildiği gibi olduğu hususunda yapılan ikna faaliyetidir[1].

6100 Sayılı HMK mad. 187 uyarınca, ispatın konusu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar olup, bu vakıaların ispatı için delil gösterilir.

Bir davada ispat edilmesi gereken çekişmeli vakıalar tespit edildikten sonra, bu vakıaların hangi tarafça ispat edilmesi gerektiği hususu, yani ispat yükü gündeme gelir[2].

İspat yüküne ilişkin genel kural, 4721 Sayılı TMK mad. 6’da şu şekilde düzenlenmiştir: Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür. Ayrıca HMK mad.190’da ispat yükü şu şekilde düzenlenmiştir: İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.

İspat yüküne ilişkin genel kural böyle olmakla birlikte; normal durumun aksinin ileri sürülmesi, ispat yükünün özel olarak kanunla düzenlendiği haller ile fiili veya kanuni karinelerin varlığının bu kuralın istisnaları olduğu kabul edilmektedir[3]. Nitekim yukarıda alıntı yapılan HMK mad. 190/f.2 açık bir şekilde kanuni karineleri istisna olarak kabul etmiştir.

HMK’da düzenlenmiş deliller başlıca ikrar, senet, yemin, tanık, bilirkişi incelemesi, keşif ve uzman görüşü olmakla birlikte HMK mad. 192’de Kanunun belirli bir delille ispat zorunluluğunu öngörmediği hâllerde, Kanunda düzenlenmemiş olan diğer delillere de başvurulabileceği kabul edilmiştir.

İspat, ispat yükü, ispat yükünde genel kural ve istisnaları, kanunda düzenlenmiş ve düzenlenmemiş delillerle ilgili kısa açıklamamızdan sonra, asıl konumuz olan muris muvazaasında ispatla ilgili olarak ispat yükünün hangi tarafa düştüğü, mirasçının hangi sıfatla dava açabileceğine ilişkin tartışmalar ve bununla çok yakından bağlantılı olarak ispatın hangi delillerle yapılabileceği, özellikle fiili karinelerin muris muvazaası davalarındaki rolü açıklanmaya çalışılacaktır.

  1. KONU İLE İLGİLİ İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KARARI

Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 01.04.1974 tarih ve E. 1974/1, K. 1974/2 sayılı kararının[4] bağlayıcı olan sonuç bölümü aynen şöyledir:

‘’Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicillinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu`nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanun`un 507. ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1.4.1974 günlü ikinci toplantısında oyçokluğuyla karar verildi.’’

İçtihadı birleştirme kararından anlaşıldığı üzere, görünüşteki satım sözleşmesi tarafların gerçek iradesine uymaması sebebiyle yani muvazaalı olduğundan, gizli bağışlama sözleşmesi ise şekle aykırı olduğundan geçersiz olup, saklı paylı olsun ya da olmasın her bir mirasçı tek başına bu hususu ileri sürerek (miras payı oranında) tapu iptali ve tescil davası açabilir. Kararda açıkça belirtilmemiş olsa da mirasçıların külli halef sıfatıyla değil, bizzat kendilerinin sahip oldukları mirasçılık haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek dava açabilecekleri kabul edildiğinden, muvazaanın taraflarına uygulanacak olan senede karşı senetle ispat kuralına tabi olmaksızın, üçüncü kişi sıfatıyla muvazaa iddiasını her türlü delille ispat edebilecekleri anlaşılmaktadır[5].

  1. İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KARARINA KARŞI ELEŞTİRİ

OĞUZMAN/ÖZ, muvazaalı işlemi yapan murisin mirasçılarının yalnızca saklı payları yönünden üçüncü kişi durumunda olduklarını ve muvazaayı tanıkla ispat edebileceklerini, ancak bunun dışında kalan saklı paylı olmayan mirasçılar ile saklı paylı mirasçıların saklı payı dışındaki miras payları yönünden üçüncü kişi sayılamayacaklarını ve külli halefiyet nedeniyle murisinin tabi olduğu şartlara ve özellikle senede karşı senetle ispat kuralı gereğince tanıkla ispat hakkının olmadığını savunmaktadır[6].

DURAL/ÖZ, bu konuda doktrindeki tartışmalara değindikten sonra sadece saklı payları özel olarak koruyan görüşün kanunun sistemine ve amacına daha uygun olduğunu, murisin muvazaa yapmayıp açıkça malını bağışlamış olsaydı ileri sürecek hiçbir hakka sahip olmayan saklı payı bulunmayan mirasçıların, muris muvazaası var diye fazladan hakka sahip olmalarını, kanunun tanımadığı hakların fazladan verilmesi olarak kabul etmektedir[7].

KARAYALÇIN ise mirasçının ancak tenkis davası açabileceğini, hukuki menfaati ihlal edilmediği için muvazaa veya şekil noksanlığı sebebiyle dava açma hakkının bile olmadığını savunmaktadır[8].

İçtihadı birleştirme kararına muhalefet şerhi yazan üyeler de özetle mirasçıların külli halef oldukları, murisin sağlığında açabileceği muvazaa davası ile onun ölümünden sonra mirasçıları tarafından açılacak muvazaa davası arasında esas ve usul yönünden fark olmadığı ve senede karşı senetle ispat kuralına tabi olduğu, bundan başka bir ispat imkânının ancak saklı payları zedeleyen tasarruflarda tanınabileceğini belirtmişlerdir.

  1. MURİSİN MUVAZAASININ UYGULAMADA GÖRÜLEN ŞEKİLLERİ
  1. Genel Olarak

Murisin, mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla, aslında taşınmazını veya taşınmazlarını bağışladığı halde çoğu kez tapuda satış şeklinde, bazen de ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile devrettiği görülmektedir[9].

Uygulamada görülen muris muvazaalarından biri de, murisin hiçbir bedel almadığı halde taşınmazları üzerinde uzun süreli intifa hakkı tesis etmesi veya kira bedeli almaksızın uzun süreli kira akdi yaparak bunun tapuya şerhini sağlamasıdır[10].

Murislerin bazen, bir taşınmazın satış bedelini bizzat kendisi ödemesine rağmen tapu kaydında bağışta bulunmak istediği kişiyi malik olarak kaydettirdikleri, yine bedel almaksızın gayrimenkul satış vaadi sözleşmeleri düzenleyerek karşılıksız kazandırmada bulunmak istediği kişiye bu sözleşmeye dayanarak dava açtırdığı ve mahkeme kararı ile iptal ve tescili sağladığı, bazen de karşılıksız kazandırma yapmak istediği kişiye şirket kurdurarak veya zaten var olan şirkete satış suretiyle devir yaptığı, ayrıca borç almadığı halde taşınmazı üzerine ipotek tesis ettirdiği, bazen de karşılıksız borç senedi düzenlediği görülmektedir[11].

2) Murisin Muvazaalı İşlemlerinin Y.İ.B.K. Kapsamında Değerlendirilmesi

            01.04.1974 tarih ve E. 1974/1, K. 1974/2 sayılı Y.İ.B.K.’nın kapsamı tapulu taşınmazların muvazaalı devri ile sınırlı olup, görünürdeki satış sözleşmesi muvazaalı olması ve gizli bağış sözleşmesi de şekil koşulundan yoksun bulunması sebebiyle geçersizdir.

Bu nedenle tapusuz taşınmazlar ve taşınır malların muvazaalı devri, iptal davasına konu edilemez. Zira tapusuz taşınmazlar üzerindeki zilyetlikten ibaret olan hakkın devrine ilişkin sözleşmeler hiçbir şekil şartına bağlı olmadığı gibi menkul mallar da elden bağışlanmış ve zilyetliği devredilmişse veya bağışlama taahhüdü yazılı ise, işlemler geçerlidir[12].

Murisin bir taşınmazın satış bedelini bizzat kendisi ödeyerek tapu kaydında bağışta bulunmak istediği kişiyi malik olarak kaydettirmesi halinde, bir nevi gizli bağış niteliğinde olup İ.B.K. kapsamı dışındadır[13].

İntifa hakkı tesisi için resmi şekil zorunluluğu mevcut olup, muris bedel almadığı halde almış gibi resmi sözleşme yaparsa, intifa hakkına ilişkin resmi sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de resmi şekle uyulmadığından geçersizdir ve burada İ.B.K. uygulanır[14].

Kira bedeli alınmadığı halde alınmış gibi gösterilerek sözleşmenin tapuya şerh verilmesi kira bedelinin bağışlanması anlamını taşır. Karşılıksız borç senedi düzenlediği durumlar da bağış niteliğindedir. Keza borç alınmadığı halde taşınmaz üzerine ipotek tesis ettirilmesi ihtimalinde de bir bağış olduğu düşünülebilir. Bu ihtimallerde murisin diğerlerinden mal kaçırmak amacıyla bir mirasçısına veya üçüncü bir kişiye bağış yaptığı açık olmasına rağmen, gizli sözleşme olan bağışın şekil şartına bağlı olmaması sebebiyle geçerli olduğu kabul edilmektedir[15].

Muris tarafından bedel alınmaksızın gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi yapılarak, aslında bağışta bulunmak istediği kişiye bu sözleşmeye dayanarak dava açtırması ve mahkeme kararı ile bu kişi lehine iptal ve tescilin sağlanması ihtimalinde ise sorun daha karmaşık ve tartışmalıdır. Burada gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin tarafların gerçek iradesine uymaması ve gizli sözleşme olan bağışın resmi şekle uymaması sebebiyle geçersizliğinde şüphe olmamakla birlikte esas sorun, yapılan tescilin bir mahkeme kararına dayanması ve kazandırma nedeni olan mahkeme kararına karşı muvazaa iddiasının ileri sürülüp sürülemeyeceği noktasında toplanmaktadır. Bir görüş, mirasçı bizzat kendi miras hakkına dayandığından mirasçı yönünden kesin hüküm etkisinin olmayacağını, murisin tapu memuru önünde değil de diğer yollarla tapu memuru önüne gelen iradesinin muvazaa incelemesinden ayrık tutulmasının bu uygulamayı yaygınlaştıracağı ve miras hükümlerini bertaraf edeceği, murisin gerçek iradesinin satış mı yoksa bağış mı olduğunun daha önce yargı önünde tartışılmadığını ve mirasçının açacağı davada bu hususun inceleme konusu yapılabileceğini,  bu nedenle mirasçının, murisinin kanuna karşı hile kullanarak muvazaalı işlem yaptığını ileri sürüp tapu iptali ve tescil talep edebileceğini kabul etmektedir. Fakat diğer görüş İ.B.K.’nın konuları ile sınırlı, gerekçeleri ile açıklayıcı ve sonuçları ile bağlayıcı olduğunu, içtihadın amacının tapuda yapılan muvazaalı devirleri önlemek olduğunu, tapu dışındaki intikal işlemlerinin içtihadın kapsamına girmediğini, mahkemeleri aracı olarak görmenin yargının ciddiyeti ile bağdaşmayacağını, eğer murisin daha evvelki davada kabulü muvazaalı ise bu durumun kanuna karşı hile olarak kabulü ile ayrı bir dava konusu yapılması gerektiğini savunmaktadır[16].

Y.H.G.K.’nun 29.11.2006 ta. E. 2006/1-734, K. 2006/761 sayılı kararında[17]

‘’Somut olaya gelince; eldeki davanın davalısı tarafından müşterek murisleri aleyhine tapuda kayıtlı taşınmazın haricen satıldığı iddiası ile nizalı taşınmazla ilgili olarak tapu iptal ve tescil davası açılmış, muris ilk celsede davayı kabul etmiş, karar temyiz edilmeksizin kesinleştirilmiş ve tapuda muris adına olan kayıt iptal edilip davalılar adına tescil edilmiştir. Murisin ölümünden sonra da davacı tarafından muris muvazaasına dayalı bu dava açılmıştır.

Bilindiği gibi, tapulu taşınmazların haricen satışları geçersiz olup harici satışa dayanılarak açılan davaların kanuna karşı hile nedeni ile reddedilmesi gerekir, ancak mahkemece istem kabul edilerek karar verilmiş ve kesinleşmiş ise bu kararın davanın tarafları açısından yasal sonuçlarının ortadan kaldırılması mümkün değildir. Kanun yararına temyiz edilip bozulsa bile davanın taraflarının hukuki durumu etkilenmeyecektir.

Öte yandan, eldeki davanın davacısının o davaya müdahale etmesi, taraf olması ve bir hak talebinde bulunması da mümkün değildir, çünkü muris o tarihte sağdır ve davacının bu kararda ihlal edildiği iddia edilen miras hakkı terekenin açılması ile birlikte doğmuştur. Ancak kesinleşen mahkeme kararında eldeki davanın davacısı taraf olmadığından ve murisin halefi olarak değil, kendi miras hakkına dayanarak dava açmış bulunduğundan davacı yönünden kesin hükümden bahsedilmesi de mümkün değildir.

Ayrıca, şu hususu da belirtmek gerekir ki murisin tapu memuru önünde oluşturmayıp da yukarıda verilen örneklerde olduğu gibi herhangi bir biçimde dışarıda oluşturup tapu memuru önüne gelen iradesi sonucu gerçekleştirilen taşınmaz devirlerinde muris muvazaasının incelenemeyeceği görüşü kabul edildiği taktirde bu uygulamanın yaygınlaşacağı ve Türk Medeni Yasasının miras hükümlerinin bertaraf edilebileceği de gözden uzak tutulmamalıdır. Diğer taraftan, tescile dayanak yapılan mahkeme kararı murisin kabul beyanına göre oluşturulmuş olup açıklanan bu iradenin murisin gerçek iradesi olup olmadığı o davada araştırılmamıştır. Gerçek iradenin satış mı bağış mı olduğu hususu ancak eldeki bu davada inceleme konusu yapılabilecektir. Mahkeme kararı, murisin tapudaki satışa yansıyan iradesinde, varsa, mevcut olan sakatlığı gideren bir karar olmayıp sadece davanın kabulü şeklinde açıklanan iradeyi belirleyen bir karardır. Davacı kanuna karşı hile kullanılarak muris muvazaasına başvurulduğu iddiası ile bu davayı açmış olup muvazaanın bir unsuru olarak kanuna karşı hile incelemesi de bu dava içerisinde yapılacaktır.

Sonuç olarak; davaya konu olan taşınmazın tapuda davalı adına devrinin dayanağının davalı ile muris arasında düzenlendiği savunulan harici satış sözleşmesi olduğu, harici satışa yansıyan muris iradesinin kanuna karşı hile kullanılarak oluşturulan bir mahkeme kararı biçiminde tapudaki resmi işleme yansımasının 01.04.1974 gün ve 1974/1-2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanmasına engel olmadığı…’’ gerekçesiyle kanuna karşı hile iddiasının da bu dava içerisinde muvazaa iddiası ile birlikte değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Mirasçının Y.İ.B.K. kapsamı dışında kalan muris muvazaası durumlarında yasal koşulları varsa, tenkis davası açabileceğini de belirtelim.

Buraya kadar yapmış olduğumuz açıklamalardan ortaya çıkan sonuç şudur: 01.04.1974 tarih ve E. 1974/1, K. 1974/2 sayılı Y.İ.B.K kapsamında muris muvazaası nedeniyle tapu iptal ve tescil davaları genel olarak murisin mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla aslında bağışlamak istediği tapulu taşınmazını tapuda satış veya ölünceye kadar bakma akdi yapmak suretiyle devretmesi sebebiyle doğmaktadır. Bu nedenle bu bölümden sonraki açıklamalar ve özellikle ispat hususu bu kapsam ve sınırda değerlendirilecektir.

IV) MURİS MUVAZAASI NEDENİYLE TAPU İPTAL VE TESCİL DAVALARINDA İSPAT

1) İspat Yükü

4721 Sayılı TMK mad. 6 ve HMK mad.190 uyarınca ispat yükü, kanunda aksi yönde bir düzenleme olmadıkça iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa ait olduğundan, davada ispat yükü muvazaanın varlığını ileri sürerek dava açan mirasçı ya da mirasçılara aittir.

Genel kural bu olmakla birlikte ve hukuki nitelikleri konusundaki tartışmalara rağmen Yargıtay bazı kararlarında, fiili karinelere dayanan tarafın ispat yükü olmadığını, karşı tarafın bunun aksini ispatla yükümlü olduğunu, bazı kararlarında ise ispat güçlüğü olan durumlarda fiili karinelere başvurularak ispat yükünün ters çevrileceğini kabul etmektedir[18]. Bu bağlamda muris muvazaası sebebiyle iptal ve tescil davalarında muvazaanın kesin delillerle ispatının zorluğu ve hatta imkânsızlığı ile murisin gerçek iradesinin tespiti ve ayrıca elde edilen tüm delillerin değerlendirilmesinde aşağıda değinilecek olan fiili karineler önemli bir yer tutmaktadır.

2) İspatın Konusu

Muris muvazaası nedeniyle açılan iptal ve tescil davalarında, davacının ispatlaması gereken başlıca iki husus şudur.

  • Murisin terekeden mal kaçırmak amacıyla tapulu taşınmazını muvazaalı olarak temlik ettiğini ve Murisin ölüm tarihinde kendisinin mirasçı sıfatını haiz olduğunu[19].

İspat konularıyla bağlantılı olarak şu hususa da değinilmesi gerekir: Murisin muvazaalı temlik işlemini yaptığı tarihte mirasçı olmayan, fakat sonradan mirasçılık sıfatını kazanan kişi, kendisinden mal kaçırıldığını, miras hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek dava açabilir mi? Eğer muvazaalı temlik işleminin yapıldığı tarihte kendisinden mal kaçırılmak istenen bir mirasçı dahi bulunduğu takdirde, terekeden mal kaçırma olgusu gerçekleşmiş sayılacağı için, sonradan mirasçılık sıfatını kazanan kişinin de dava açma hakkının bulunduğu, ancak eğer muvazaalı temlik işleminin yapıldığı tarihte kendisinden mal kaçırılmak istenen hiçbir mirasçı yoksa murisin mal kaçırmak amacından bahsedilemeyeceği için sonradan mirasçı olan kişinin dava hakkının bulunmadığı kabul edilmektedir[20]. Yine ikinci ihtimalde Hazinenin son mirasçı olduğu, bu nedenle her muvazaalı temlikte mal kaçırılmak istenen mirasçı olarak değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüşse de, bunun kabulü mümkün olmamalıdır[21].

Y.H.G.K.’nun 25.09.1996 ta. E. 1996/1 – 440, K. 1996/638 sayılı kararında[22] belirtildiği üzere;

İnançları Birleştirme kararının gerekçesinden ve bağlayıcı olan sonuç bölümünden böyle bir davanın yalnızca temliki işlemin yapıldığı tarihte mirasçılık sıfatını taşıyanların açabileceğini kabul edebilmek olanağı yoktur. Aksine, "miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar" denerek o tarihte (temlik tarihinde) mevcut ve sonradan ortaya çıkabilecek mirasçılar bakımından ayrım yapılmış değildir. Kararın "bir kimsenin mirasçısını" sözcükleriyle başlatılması "mal kaçırma amacını" ortaya koymak içindir.

Yine Y.H.G.K.’nun 06.11.1996 ta. E. 1996/1–596, K. 1996/737 sayılı kararında da aynı hususlar tekrar edilmiştir.

3) İspat Araçları

Mirasçı her ne kadar murisin külli halefi olsa da, murisin kendilerinden mal kaçırmak amacıyla tapulu taşınmazını muvazaalı olarak devrettiğini ileri sürmekle, murisin hakkına değil, doğrudan kendi hakkına dayandığı için muvazaalı sözleşmenin tarafı veya halefi olarak değil, üçüncü kişi olarak kabul edilmekte ve bunun sonucu olarak senede karşı senetle ispat kuralına tabi olmaksızın davasını her türlü delille kanıtlama imkânına sahip olduğu kabul edilmektedir[23]. Zaten tapudaki muvazaalı işlemde taraf olmayan mirasçıların muvazaayı ispata elverişli yazılı delil bulmalarına imkân da bulunmamaktadır[24].

Y.H.G.K.’nun 25.05.1988 ta. E. 1988/1-232, K. 1988/421 sayılı kararında[25] mirasçıların miras bırakanın hakkına dayanmadan yani halefiyet yolu dışında da dava açabilecekleri, miras bırakanın kendilerinden mal kaçırmak kastı ile tapulu taşınmazı muvazaa yoluyla intikal ettirmiş olduğunu iddia etmeleri halinde miras bırakanın hakkına dayanarak değil, doğrudan doğruya kendi haklarına dayanarak dava açmış oldukları, bu durumda mirasçılar hukuki işlemin tarafı sayılamayacaklarından yazılı delille ispat kuralının mirasçılar hakkında uygulanamayacağı, buradaki muvazaa iddiası her türlü delille ispat olunabileceği kabul edilmiştir.

Bu nedenle, muris muvazaası davalarında davacının HMK’da düzenlenmiş deliller olan ikrar, senet, yemin, tanık, bilirkişi incelemesi, keşif ve uzman görüşüne dayanarak iddiasını ispat edebileceği tabiidir. Özellikle maddi vakıaya ilişkin görgüye dayalı bilgisi olan tanıkların beyanları, muvazaa davalarında önemli bir delil olarak kabul edilmektedir.

Ayrıca önemle belirtmek gerekir ki, muris muvazaası davalarında davacıya her türlü delille iddiasını ispat etme imkânı tanınmış olduğundan davacı, Kanunda düzenlenmemiş olan diğer delillere de başvurulabilecektir. Bu kapsamda hukuki niteliği tartışmalı olmakla birlikte fiili karinelere dayanarak ispat yükünü ters çevirebileceği, fiili karine temelini oluşturan emare vakıaları da banka kayıtları, sosyal ve ekonomik durum araştırması, vergi dairesi kayıtları, tapu kayıtları, icra dosyaları, hastane kayıtları, taşınmazın gerçek değerine yönelik araştırma, murisin harcamaları, murisin taraflarla olan insani ilişkilerinin ortaya konulması suretiyle ispatlayabileceği kabul edilmelidir.

Fiili karinelere kısaca değinmek gerekirse, kaynağını tecrübe kurallarından alan fiili karineler, karine temeli ve karine sonucu olmak üzere iki unsurdan oluşur. Karine temelini, karineye dayanan tarafın ispat etmesi gereken emare vakıalar oluşturur. Burada asıl ispat konusu olan vakıa doğrudan değil, o vakıanın olduğu veya olmadığına emare teşkil eden karine temelinin ispatıyla yapılmakta ve emare vakıaların ispatı halinde de tecrübe kurallarına dayanılarak bir sonuca ulaşılmaktadır. Kanuni karinelerden farklı olarak, karine sonucu önceden belirlenmemiştir. Türk Hukukunda fiili karinelerin ispat yükünü değiştirip değiştirmediği (yani hukuki niteliği) öğretide tartışmalı olmakla birlikte, Yargıtay’ın birçok kararında fiili karineye dayanılması halinde, ispat yükünün tersine çevrileceği kabul edilmektedir[26].

4) İspat Faaliyetinde Araştırılması Gereken Hususlar ve Yargıtay Uygulaması

Muris muvazaası sebebiyle tapu iptali ve tescil davalarında murisin asıl irade ve amacının, yani temlik işleminin gerçek yönünün saptanması gerekmektedir. Bu saptama yapılırken aşağıda belirtilen hususların mutlaka göz önünde tutulması, gerekli araştırmaların yapılması ve elde edilen delillerin birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir.

            a) Satış Sözleşmeleri Yönünden

a.1) Tarafların murisle olan ilişkileri

            Murisin başkasının bakım ve yardımına muhtaç olduğu bir dönemde yakınlarında bulunanların bazen baskıları, bazen de ilgileri neticesinde onların etkisinde kaldığı; ailevi, dini veya ekonomik nedenlerle erkek çocuklarını kız çocuklarına üstün tuttuğu; birden fazla evlenmiş ise son eşin etkisinde ona veya ondan olan çocuklarına daha fazla miras vermek istediği; bazen de bir mirasçıya olan minnet borcunu ödemek veya ekonomik olarak diğerlerine oranla zor durumda olan mirasçıya destek olmak istediği; bazen ise kızgın, kırgın, kavgalı veya küs olduğu mirasçısını mirasından yararlandırmak istemediği ve bu nedenlerle muvazaalı temlik işlemi gerçekleştirdiği görülmektedir[27].

Y.1.H.D.’nin 05.05.1981 ta. E. 1981/441, K. 1981/6123 sayılı kararına[28] konu olan uyuşmazlıkta murisin kızının Müslüman bir Türk evlenmesine karşı olduğu, bu evliliği kabullenemediği ve ölümüne kadar kızı ile arasının açık olduğu tespit edilerek, murisin maliki olduğu apartmanı yeğenine satış suretiyle temlik etmesinde satışın değil bağışın üstün tutulduğu ve murisin davacı kızını miras hakkından yoksun bırakmak amacı ile hareket ettiği sonucuna varılmıştır.

a.2) Satış bedeli ile gerçek değer arasındaki fark

Taşınmazın aslında bağışlandığı halde satış gibi gösterilmesi halinde tapuda görünen satış bedeli ile taşınmazın gerçek değeri arasında satış tarihi itibariyle fark olup olmadığı gerekirse bilirkişi yardımı ile tespit edilmelidir[29]. Sadece değerler arasında tespit edilecek fark tek başına muvazaanın kanıtı olarak değerlendirilmemeli, keza satış bedeli ile gerçek değerin birbirine yakın olması halinde muvazaa bulunmadığı sonucuna varılmamalı, tüm deliller birlikte değerlendirilmelidir[30].

Y. 1. H.D.’nin 04.12.2000 ta. E. 2000/14937, K. 2000/15203 sayılı kararında[31] temlik bedeli ile gerçek değer arasındaki aşırı oransızlığın tek başına muvazaanın kanıtı sayılamayacağı belirtilmiştir.

Ancak Y.H.G.K.’nun 02.11.1983 ta. 3353/1057 sayılı kararında da belirtildiği üzere değerler arasındaki açık oransızlık (1/11), muvazaanın belirgin kanıtıdır.

a.3) Murisin satma ihtiyacı

Murisin mali durumu itibariyle mal satmaya ihtiyacı bulunmayan varlıklı bir kişi olması, taşınmazın satışı için haklı, ciddi ve makul nedenlerin bulunmaması, ileri yaşına kadar satış ihtiyacı hissetmeyen murisin ölümüne çok yakın sürelerde taşınmazı satması vb. olgular muvazaalı temlik işlemine karine teşkil eder[32].

Y.H.G.K.’nun 03.04.1991 ta. E. 1991/2-63, K. 1991/180 sayılı kararına[33] konu olan uyuşmazlıkta mirasbırakanın ekonomik yönden yüksek gelir düzeyinde bulunması itibariyle taşınmazını satmaya gereksinimi bulunmadığı halde taşınmazı arasının iyi olmadığı ve torun olarak benimseyemediği anlaşılan davacıdan mal kaçırmak amacıyla, gerçekte bağış olduğu halde, tapuda satış göstermek suretiyle davalılara temlik ettiği ve davalılar adına oluşan kaydın da muvazaa ile illetli bulunduğu kabul edilmiştir.

Ancak muris hastalığının tedavi giderlerini karşılamak veya mevcut borçlarını ödemek ve bunun gibi haklı nedenlerin varlığı halinde taşınmazını satmışsa muvazaadan söz edilemez. Bu husus, tabiatı gereği davalı tarafından getirilecek savunma doğrultusunda tedaviye ilişkin hastane kayıtları, borca ilişkin icra dosyaları ve diğer deliller celp edilerek incelenmelidir.

a.4) Davalının alım gücü

            Muvazaalı işlemin tarafı olan davalının taşınmazı satın alma gücünün olup olmadığı da araştırılmalıdır. Bu kapsamda davalı yönünden kolluk marifetiyle sosyal ve ekonomik durum araştırması yapılmalı, adına kayıtlı gayrimenkul veya araç olup olmadığı tapu ve trafik sicil müdürlüklerinden sorulmalı, çalıştığı işyerinden veya kendi işyerinden elde ettiği geliri belirlenmeli ve bu kapsamda tarafların göstereceği diğer deliller de toplanmalıdır.

            Taşınmazı satın alacak malvarlığı ve geliri bulunmayan veya yaşı itibariyle buna imkân görülmeyen hallerde davalıya yapılan temlikin muvazaalı olduğu kabul edilebilir.

Y.H.G.K.’nun 16.06.2010 ta. E. 2010/1-275, K. 2010/327 sayılı kararında[34] davalıların satım sözleşmelerine konu taşınmazları alım güçlerinin bulunmaması, bir kısım davalıların satım işlemi tarihlerindeki yaşları ve tüm dosya kapsamı gözetilerek murisin asıl amacının miras sözleşmesi veya satış yapmak olmadığı, kız çocuklarından mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak temlik işlemi gerçekleştirmek olduğu sonucuna varılmıştır.

Y.1.H.D.’nin 28.05.2013 ta. E. 2013/5279, K. 2013/8683 sayılı kararında[35] da murisin taşınmazı satış suretiyle devrettiği tek erkek çocuğunun eşi ve çocuklarıyla birlikte babası olan murisin yanında yaşadığı ve alım gücünün bulunmadığı tespit edilerek satış işleminin muvazaalı olduğu kabul edilmiştir.

a.5) Satış bedelinin akıbeti

Satış işlemi ile murisin ölümü arasında uzun bir zaman geçmemesine rağmen, terekede satış bedeli ya da buna yakın miktarda bir paranın çıkmaması muvazaanın varlığına karine olarak kabul edilebilir[36]. Tarafların iddia ve savunmaları ile göstereceği deliller de dikkate alınarak bu hususun özellikle banka kayıtlarının celbi ile temlik tarihinde hesabına para yatırılıp yatırılmadığının araştırılması gerekir.

Y.1.H.D.’nin 21.02.1991, E. 1990/16315, K. 1991/2130 sayılı kararında[37] da murisin mali durumu üzerinde durulması, temlik tarihine tesadüf eden günlerde banka hesaplarına para yatırılıp yatırılmadığının araştırılması gerektiği belirtilmiştir.

a.6) Murisin paylaştırma kastı

Murisin sağlığında mirasçılarına yaptığı katkı ve sağladığı çıkarlar araştırılıp, terekeden mal kaçırmak amacıyla mı, yoksa mirasçılar arasında denkleştirme yapmak amacıyla mı hareket ettiğinin açık olarak saptanması gerekir. Murisin taşınmazlarını mirasçılarına hakkaniyete uygun şekilde dağıtmış olması halinde, yapılan işlemler her ne kadar tapuda satış olarak gösterilmiş olsa da, murisin terekeden mal kaçırmak amacıyla hareket etmemesi sebebiyle muvazaanın varlığından söz edilemez. Bu hususun tespiti için mirasçılara temlik edilen taşınmaz malların adet, mevki, cins ve kıymetlerinin bilirkişi marifetiyle tespit edilmesi ve değerlerin karşılaştırılması gerekir[38].

Y.H.G.K.’nun 24.04.1991, E. 1991/2-134, K. 1991/213 sayılı kararına[39] konu olan uyuşmazlıkta murisin ölümünden bir sene kadar önce 14.8.1984 tarihinde evlatları G., H., A., N., F. ve eşi E.`ya hemen aynı satış değerini göstermek suretiyle tapuda taşınmazlarını ayrı ayrı bağımsız olarak temlik ettiği, ayrıca eşi E.`ye bir parça gayrimenkulünü ölünceye kadar bakıp gözetmek koşuluyla temlik ettiği, davacı oğlu İ.`e de ev niteliğindeki bir parça taşınmaz malını 1973 yılında satış suretiyle devir ve temlik ettiğinin anlaşıldığı, iptali istenen ve muris tarafından sağlığında, hemen aynı tarihte ayrı ayrı müstakil olarak mirasçılarına temlik edilen taşınmaz malların gerek tapudaki satış bedelleri gerekse akit tarihindeki gerçek değerleri itibariyle yek diğerlerine eşit durumda olduğunun saptandığı, olayın bu özellikleri gözetildiğinde murisin dava konusu taşınmazları mirasçılarına temlikte gayrimenkullerini mirasçıları arasında bölüştürmeyi amaçladığı, davacı mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak ve mirastan mal kaçırmak amacını gerçekleştirmek niyetiyle yapmadığı sonucuna varılmıştır.

Uygulamada denkleştirme olarak da tanımlanan bu paylaştırmanın kabulü için, murisin tüm mirasçılar arasında paylaştırma yapması, paylaştırmada tam bir eşitlik olmasa bile makul ve hoşgörü ile karşılanabilecek bir denge kurması gerekmektedir. Muris sadece mirasçılardan birine veya birkaçına pay vermişse veya paylaştırmada makul ve hoşgörü sınırını aşan bir dengesizlik varsa, paylaştırma değil mirasçıdan mal kaçırma amacının üstün tutulduğu kabul edilmelidir[40].

a.7) Satış bedelinin türü

Muris muvazaası sebebiyle açılan tapu iptali ve tescil davalarında verilen Yargıtay kararlarında, satış bedelinin para olmasının şart olmadığı, bunun yerine belirli bir hizmet ya da emek de olabileceği, eğer somut olayda taşınmazın devredildiği kişinin murise bu devir karşılığında bakmış, ihtiyaçlarını karşılamış veya sağlık giderleri üstlenmiş olması halinde artık murisin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla hareket etmediğinin anlaşılacağı, böyle bir durumda muvazaanın bulunmadığı kabul edilmektedir.

Örneğin Y.1.H.D.’nin 29.06.2011 ta. E. 2011/6913, K. 2011/7715 sayılı kararında[41] murisin ölümünden 15 sene önce ayağının kırıldığı, ölmeden önce 3 yıl boyunca da felçli olarak yaşadığı, tüm bu süre boyunca altının alınması ve beslenmesi gibi hususlarda dâhil olmak üzere bakımının davalı tarafından yapıldığı, ihtiyaçlarının karşılandığı, sağlık masraflarının da davalı tarafından karşılandığı, satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuz olduğu ancak semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet ya da emek de olabileceğinin kabul edilmesi gerektiği, 1.4.1974 gün 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında miras bırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı olması halinde uygulanabileceğini, miras bırakanın irade ve amacının diğer mirasçılardan mal kaçırma olmadığı sonucuna varılmıştır.

b) Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmeleri Yönünden

b.1) Tarafların murisle olan ilişkileri

Satış sözleşmeleri yönünden yukarıda belirtilen hususlar, ölünceye kadar bakma sözleşmeleri yönünden de aynen geçerlidir.

Örneğin Y.1.H.D.’nin 27.09.2007 ta. E. 2007/6173, K. 2007/7320 sayılı kararında[42] davacılarla mirasbırakanın arasının açık olması, davalının tek evin kendisine bağışlanması için baskı yapması, davacı ile arası açık olan mirasbırakanın onu miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla davalının isteğine uyarak taşınmazı temlik etmiş olması ve benzerin olguların sabit olması halinde muvazaa nedeniyle davanın kabulü gerekeceği belirtilmiştir.

b.2) Murisin bakım ihtiyacı

Yargıtay kararlarında ölünceye kadar bakma sözleşmesinin yapıldığı tarihte bakım alacaklısı olan murisin özel bir bakım ihtiyacı içinde bulunmasının zorunlu olmadığı, bu ihtiyacın sözleşmenin yapılmasından sonra da doğabileceği ve hatta murisin ölümüne kadar kısa bir süre devam edebileceği kabul edilmektedir.

Örneğin Y.H.G.K.’nun 16.03.1988 ta. E. 1987/2-814, K. 1988/247 sayılı kararında[43] ‘’..özel bakım ihtiyacının mevcut olmaması halinde mal kaçırmak kastının gerçekleştiğinin kabulü hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurur. Özel bakım ihtiyacı olmamakla beraber ölünceye kadar bakma sözleşmesi yapılan çocuk, mirasbırakanla gerçekten maddi, manevi her yönden ilgilenip sağlığında ihtiyaçlarını da karşılamış, diğeri hiçbir surette ilgilenmemiş, örneğin ziyaret görevini dahi yerine getirmemişse, özel bakım ihtiyacı yoktur gerekçesiyle uyuşmazlığı çözümlemek kuşkusuz her iki çocuğu aynı duruma getirecek ve hakkaniyetle bağdaşmazlar sonuçlar hâsıl olacaktır.’’ denilmiştir.

Keza Yargıtay’ın konu ile ilgili birçok kararında tekrarladığı gibi, Y.1.H.D.’nin 25.12.2006 ta. E. 2006/12445, K. 2006/13020 sayılı kararında[44] da Bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunmasının zorunlu olmadığı, Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğmasının ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunmasının da sözleşmenin geçerliliğine etkili olmayacağı belirtilmiştir.

b.3) Edimler arasındaki oran

6098 sayılı TBK mad. 611/f.1 uyarınca Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, bakım borçlusunun bakım alacaklısını ölünceye kadar bakıp gözetmeyi, bakım alacaklısının da bir malvarlığını veya bazı malvarlığı değerlerini ona devretme borcunu üstlendiği sözleşmedir.

Yasal tanımdan anlaşıldığı üzere bu sözleşmede bakım alacaklısı, sözleşme konusu olan malın mülkiyetini bakım borçlusuna devretme, bakım borçlusu da bakım alacaklısının bakım ve gözetim borcu altına girer. Bu nedenle ölünceye kadar bakma sözleşmesi, tam iki taraflı bir sözleşmedir.

Sözleşmenin tanımı ve niteliği gereği, bu tür sözleşmelerde muvazaa iddiası araştırılırken, murisin bakım borçlusuna temlik ettiği taşınmazın değeri ile murisin mali ve sosyal durumuna göre tahmin ve takdir edilen makul bakım borcunun miktarı (yani karşılıklı edimler) arasında denklik olup olmadığı incelenmelidir. Bu kapsamda taşınmazın temlik tarihi itibariyle gerçek değeri keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle belirlenmeli ve bakım borçlusunun emeği de dikkate alınarak murisin bakım masraflarıyla (konut, gıda, sağlık, giyim vb.) karşılaştırılması gerekir.

Y.1.H.D.’nin 13.07.2006 ta. E. 2006/6609, K. 2006/8314 sayılı kararına[45] konu olan uyuşmazlıkta ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile muris tarafından oğlu olan davalıya 1 adet tarla ve 4 adet bağımsız bölüm temlik edilmiş olup, mirasbırakan tarafından davalıya yapılan 1986 yılındaki değeri 121.468.625 TL olan taşınmaz temliklerinin gerçek bir bakım karşılığı olamayacağı kabul edilmiştir.

b.4) Bakım borcunun ifası

TBK mad. 614 uyarınca, Bakım alacaklısı, sözleşmenin kurulmasıyla bakım borçlusunun aile topluluğuna katılmış olur. Bakım borçlusu, almış olduğu malların değerine ve bakım alacaklısının daha önce sahip olduğu sosyal durumuna göre hakkaniyetin gerektirdiği edimleri, bakım alacaklısına ifa etmekle yükümlüdür. Bakım borçlusu, bakım alacaklısına özellikle uygun gıda ve konut sağlamak, hastalığında gerekli özenle bakmak ve onu tedavi ettirmek zorundadır.

Belirtilen yasal düzenlemeden de yararlanılarak bakım borcunun kapsamı tayin edilerek, bakım borçlusunun murise karşı edimini ifa edip etmediği özellikle tanık beyanları ve hastane kayıtları, ayrıca murisin sağlığında bakım borçlusuna karşı borca aykırılık sebebiyle dava açıp açmadığı hususu da araştırılarak tespit edilmelidir. Yargıtay, bakım borcuna aykırılık iddiasının ancak akdin tarafı olan muris tarafından sağlığında iken ileri sürülebileceğini, onun ölümünden sonra mirasçılarının bu iddiayı ileri süremeyeceklerini kabul etmektedir.

Örneğin Y.1.H.D.’nin 26.10.2011 ta. E. 2011/8838, K. 2011/10873 sayılı kararında[46] bakım borcunun yerine getirilmediği iddiasına ancak akdin tarafının dayanabileceği, bu iddianın mirasçılar tarafından ileri sürülmesinin dinlenmeyeceği belirtilmiştir.

Yine Y.1.H.D.’nin 19.11.2012 ta. E. 2012/9465, K. 2012/13348 sayılı kararında[47] murisin sağlığında bakılmadığı iddiası ile bir dava açmaması karşısında davalının bakım borcunu yerine getirdiğinin kabulünün zorunlu olduğu belirtilmiştir.

Ancak bakım borcunun yerine getirilmediğinin mirasçılar tarafından ileri sürülmesi ve bunun ispatlanması diğer hususlarla birlikte bir bütün halinde değerlendirildiğinde, muris ile bakım borçlusu olarak görünen kişi arasından yapılan sözleşmenin, aslında bağış amacını gizlemek maksadıyla yapılan görünürde bir işlem olduğu sonucunu ortaya çıkarabilir.   

Örneğin Y.1.H.D.’nin 29.05.1992 ta. E. 1992/5085, K. 1992/7301sayılı kararında[48] mirasbırakana davalı tarafından bakılmadığı, işlerini yalnız yaşadığı evde kendisinin yaptığı, evin temizlik işlerini davalının, dışarıda yapılacak işlerini de davacının yapmak suretiyle hayatını sürdürdüğü, diğer hususlarla birlikte değerlendirilerek, murisin asıl amacının bağışlamak olduğu, fakat bunu gizlemek için ölünceye kadar bakma akdi yaptığı kanaatine varılmıştır.

b.5) Temlik değeri ile tereke arasındaki oran

Ölünceye kadar bakım sözleşmesinin muvazaalı olup olmadığının tespitinde dikkate alınması ve incelenmesi gereken hususlardan biri de, murisin bakım borçlusuna temlik etmiş olduğu taşınmazın değerinin terekeye oranıdır. Temlikten sonra murisin elinde kalan malvarlığı da dikkate alınarak, yapılan temlikin makul karşılanabilecek bir sınırda olup olmadığı göz önünde tutulmalıdır. Örneğin, muris malvarlığının tamamını ya da büyük bölümünü ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile temlik etmiş ise diğer hususlarla birlikte değerlendirildiğinde işlemin muvazaalı olduğu sonucuna varılabilir.

Y.14.H.D.’nin 29.04.2008 ta. E. 2008/4324, K. 2008/5566 sayılı kararına[49] konu olan uyuşmazlıkta bakım alacaklısı murisin maliki olduğu 8 adet parselden ibaret malvarlığının tamamını ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle temlik etmesinin gerçek nedeninin diğer mirasçılardan mal kaçırmak olduğu kabul edilmiştir.

Y.1.H.D.’nin 07.03.2013 ta. E. 2012/15708, K. 2013/3443 sayılı kararına[50] konu olan uyuşmazlıkta ise (murisin sahip olduğu malvarlığı tam olarak anlaşılamamakla birlikte) mirasbırakanın mal kaçırma amacı olsa idi tüm malvarlığını devredebilecekken bunu yapmadığı, dolayısıyla temlikin gerçek bakım karşılığı olduğu, mal kaçırmanın amaçlanmadığı kabul edilmiştir.

Yine Y.1.H.D.’nin 25.09.1992 ta. 8041/10729 sayılı kararına[51] konu olan uyuşmazlıkta muris 3 parça taşınmazını ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile temlik etmiş olup, murisin yaptığı temlikin, malvarlığının tamamını ya da büyük bölümünü teşkil etmediği, temlik dışında kalan 6 parça taşınmazının daha bulunduğu belirtilerek mirastan mal kaçırma amacının güdülmediği ve temlik işleminin muvazaalı olarak gerçekleştirilmediği sonucuna varılmıştır.

b.6) Murisin yaşı, fiziki ve sağlık durumu

Yargıtay kararlarında, murisin yapmış olduğu ölünceye kadar bakma sözleşmesine yönelik olarak ileri sürülen muvazaa iddialarında araştırılması gereken hususlardan birinin de murisin yaşı, fiziki ve sağlık durumu olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bu hususlar murisin bakım ihtiyacı ile yakından ilgili olup birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu hususlar araştırılırken tanık beyanları, nüfus kayıtları, hastane kayıtları ve diğer delillerden yararlanılabilir.

Y.H.G.K’nun 01.12.1999 ta. E. 1999/1-1002, K. 1999/1003 sayılı kararına[52] olan uyuşmazlıkta murisin 78 yaşında ve bakıma muhtaç durumda olması temlik işleminde muvazaa olmadığına yönelik kabulün gerekçelerinden biridir.

Y.1.H.D.’nin 28.01.2014 ta. E. 2013/4358, K. 2014/1157 sayılı kararına[53] konu olan uyuşmazlıkta 66 yaşında kanser hastalığına yakalanan, (ölüm tarihi tespit edilememekle birlikte) 3 yıl sonra ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile maliki olduğu 1 adet bağımsız bölümü eşine, 1 adet bağımsız bölümü ise kızına temlik eden, kanser hastalığı nedeniyle bakıma ihtiyacında olan mirasbırakanın çekişme konusu bağımsız bölümleri davalılara devrinin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olmadığı kabul edilmiştir.

SONUÇ

Muris muvazaası sebebiyle tapu iptal ve tescil davalarında, saklı paylı olsun ya da olmasın tüm mirasçılar muvazaa iddiasını tanık dâhil her türlü delille ispatlama imkânına sahiptir ve bu davalarda kaynağını tecrübe kurallarından alan fiili karineler de oldukça önemli bir yer tutmaktadır.

Tapulu taşınmazın aslında bağışlandığı halde tapuda satış olarak gösterilmesi suretiyle muvazaalı temlik yapıldığı iddiası araştırılırken tarafların murisle olan ilişkileri, taşınmazın satışı için haklı, ciddi ve makul nedenlerin bulunup bulunmadığı, tapuda görünen satış bedeli ile taşınmazın gerçek değeri arasında satış tarihi itibariyle fark olup olmadığı, davalının taşınmazı satın alma gücünün olup olmadığı, satış bedelinin akıbeti, murisin sağlığında mirasçıları arasında denkleştirme yapmak amacıyla hareket edip etmediği; tapuda ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle muvazaalı temlik yapıldığı iddiası araştırılırken de tarafların murisle olan ilişkileri, murisin yaşı, fiziki ve sağlık durumu, bakıma ihtiyaç duyup duymadığı, ölünceye kadar bakım sözleşmesindeki karşılıklı edimler arasında oransızlık olup olmadığı, temlik edilen taşınmazın değerinin terekeye oranı, yapılan temlikin makul karşılanabilecek bir sınırda olup olmadığı tarafların iddia ve savunmaları ve gösterecekleri deliller kapsamında etraflıca araştırılmalıdır.

Murisin gerçek irade ve amacının ortaya konulması amacı ile yukarıda belirtilen hususlar araştırılırken HMK’da düzenlenmiş deliller olan ikrar, senet, yemin, tanık, bilirkişi incelemesi, keşif ve uzman görüşü yanında Kanunda düzenlenmemiş olan diğer delillere de başvurulabileceği, bazı durumlarda fiili karineye davacı – mirasçının ispat yükünü ters çevirebileceği, fiili karine temelini oluşturan emare vakıaları da banka kayıtları, sosyal ve ekonomik durum araştırması, vergi dairesi kayıtları, tapu kayıtları, icra dosyaları, hastane kayıtları, taşınmazın gerçek değerine yönelik araştırma, murisin harcamaları, murisin taraflarla olan insani ilişkilerinin ortaya konulması suretiyle ispatlayabileceği kabul edilmelidir.

Av. Orhan ÇOBAN

Emek Hukuk Bürosu


[1] Gökçen Topuz, Medeni Usul Hukukunda Karinelerle İspat, s.31, 2012: Ankara, Yetkin Yayınları

[2] Zekeriya Yılmaz, Hukuk Davalarında İspat ve Deliller Rehberi, s. 25, 2012: Ankara, Adalet Yayınevi

[3] Zekeriya Yılmaz, Hukuk Davalarında İspat ve Deliller Rehberi, s.30-52

[4] Nihat Yavuz, Uygulamada ve Öğretide Muvazaa, İnançlı İşlem, Nam-ı Müstear ve Kanuna Karşı Hile Davaları, s. 450, 2015: Ankara, Adalet Yayınevi

[5] Mustafa Dural, Turgut Öz, Türk Özel Hukuku Cilt IV Miras Hukuku, s. 256, 2012:İstanbul, 6. Bası, Filiz Kitabevi

[6] Kemal Oğuzman, Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt-1, s. 137, 2011:İstanbul, 9. Bası, Vedat Kitapçılık

[7] Dural/Öz, Miras Hukuku, s. 256 - 258

[8] Yaşar Karayalçın, Mirasbırakanın Muvazaası mı? Tasarruf Özgürlüğü ve Saklı Payın Korunması mı? Bir Tartışma, s.15-16, Ankara:2000, Turhan Kitabevi

[9] Eraslan Özkaya, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, s. 402, 2013: Ankara, 5. Bası, Seçkin Yayıncılık

[10] Ali İhsan Özuğur, Tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, s. 382, 2008: Ankara, 2. Bası, Turhan Kitabevi

[11] Eraslan Özkaya, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, s. 402 - 406

[12] Ali İhsan Özuğur, Tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, s. 383

[13] Erhan Günay, Mirastan Mal Kaçırma (Tapulu Taşınmazlarda Muris Muvazaası), s. 56, 2015: Ankara, 6. Bası, Seçkin Yayıncılık

[14] Eraslan Özkaya, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, s. 404

[15] Eraslan Özkaya, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, s. 404-405

[16] Nihat Yavuz, Muvazaa, İnançlı İşlem, Nam-ı Müstear ve Kanuna Karşı Hile Davaları, s.84 - 86

[17] Kazancı İçtihat Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm

[18] Gökçen Topuz, Karinelerle İspat, s. 129

[19] Erhan Günay, Tapulu Taşınmazlarda Muris Muvazaası, s. 57

[20] Nihat Yavuz, Muvazaa, İnançlı İşlem, Nam-ı Müstear ve Kanuna Karşı Hile Davaları, s. 294

[21] Eraslan Özkaya, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, s. 416

[22] Kazancı İçtihat Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm

[23] Osman Kiper, Muvazaa (Mirasçıdan Satış Görünümüyle Mal Kaçırma), Tenkis, Mirasta Geri Verme, Mirasta Hak Ediş (İstihkak) Davaları, s. 29, 1995: Ankara, Adil Yayınevi

[24] Erhan Günay, Tapulu Taşınmazlarda Muris Muvazaası, s. 53

[25] Kazancı İçtihat Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm

[26] Gökçen Topuz, Karinelerle İspat, s. 122 - 129

[27] Nihat Yavuz, Muvazaa, İnançlı İşlem, Nam-ı Müstear ve Kanuna Karşı Hile Davaları, s. 57 - 58

[28] Kazancı İçtihat Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm

[29] Osman Kiper, Muvazaa Davaları, s. 30

[30] Erhan Günay, Tapulu Taşınmazlarda Muris Muvazaası, s. 54 - 55

[31] Kazancı İçtihat Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm

[32] Ali İhsan Özuğur, Tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, s. 392

[33] Kazancı İçtihat Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm

[34] Kazancı İçtihat Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm

[35] Kazancı İçtihat Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm

[36] Osman Kiper, Muvazaa Davaları, s. 30

[37] Kazancı İçtihat Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm

[38] Nihat Yavuz, Muvazaa, İnançlı İşlem, Nam-ı Müstear ve Kanuna Karşı Hile Davaları, s. 57 - 58

[39] Kazancı İçtihat Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm

[40] Eraslan Özkaya, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, s. 391

[41] Kazancı İçtihat Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm

[42] Erhan Günay, Tapulu Taşınmazlarda Muris Muvazaası, s. 239

[43] Kazancı İçtihat Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm

[44] Kazancı İçtihat Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm

[45] Erhan Günay, Tapulu Taşınmazlarda Muris Muvazaası, s. 350-351

[46] Kazancı İçtihat Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm

[47] Erhan Günay, Tapulu Taşınmazlarda Muris Muvazaası, s. 367

[48] Nihat Yavuz, Muvazaa, İnançlı İşlem, Nam-ı Müstear ve Kanuna Karşı Hile Davaları, s. 595

[49] Kazancı İçtihat Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm

[50] Erhan Günay, Tapulu Taşınmazlarda Muris Muvazaası, s. 368 - 369

[51] Nihat Yavuz, Muvazaa, İnançlı İşlem, Nam-ı Müstear ve Kanuna Karşı Hile Davaları, s. 571

[52] Kazancı İçtihat Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm

[53] Yavuz, Muvazaa, İnançlı İşlem, Nam-ı Müstear ve Kanuna Karşı Hile Davaları, s. 739 - 741

Av. Orhan ÇOBAN





Hasanpaşa Mah. Kurbağalıdere Cad.
No:61/1 Saadet Han Kat:1 Daire:3-4
Kadıköy / İSTANBUL
0(216) 427 23 25
0(216) 336 59 88
[email protected]